KÜTAHYA ŞAİR ŞEYHİ VE HARNÂME

Asıl adı Yusuf Sinâneddin olan Şeyhî’nin Germiyan Beyliğinin başkenti Kütahya’da 1373 yılında doğduğu tahmin edilmektedir.

Kütahya’nın tanınmış Türkmen ailelerindendir. Öğrenim hayatına Kütahya’da başlamış ve yine kendisi gibi Kütahyalı olan devrin büyük şairi Ahmedî’den dersler almıştır. 

Tahsilini ilerletmek için İran’a gitmiş orada edebiyat, tasavvuf ve özellikle de tıp alanında öğrenim görmüştür.

İran dönüşünde, Ankara’ya uğramış, Anadolu’nun mânevi mimarlarından Hacı Bayram Veli ile görüşmüş ve ona bağlanmıştır. Tıp alanında, Hakîm Sinan olarak bilinen şairin, Şeyhî mahlâsını kullanması bu tarihten sonra başlamıştır.

Kütahya’da gerek hekimlikte gerekse edebiyat alanında, kısa zamanda haklı bir şöhrete kavuşan Şeyhî’nin, Germiyanoğlu Yakup Bey’in özel doktoru olduğu, daha sonra da Osmanoğullarından Çelebi Mehmet ile II. Murat’a intisâp ettiği ve onların da özel doktorluğunu yaptığı bilinmektedir.

1431 yılında vefat eden Şeyhî’nin mezarı Kütahya’ya sekiz kilometre uzaklıkta bulunan Dumlupınar köyündedir.

Araştırmacılar Şeyhî’yi, Ahmed Paşa ve Necatî’den önce yetişen en büyük şair olarak kabul ederler.

Şeyhî, Türk edebiyatına ölümsüz üç eser bırakmıştır: Divân, Hüsrev ü Şirin, Harnâme.

Şeyhî’nin en dikkate değer, özgün eseri, “Bir eşek var idi zâif ü nizâr / Yük elinden katı şikeste vü zâr” beytiyle başlayan ve; “Batıl isteyü haktan ayrıldım / Boynuz umdum kulaktan ayrıldım” söyleyişiyle biten 126 beyitlik mesnevisi HARNÂME’ dir.    

Hayvanlara şahsiyet vermek, onları insanlar gibi duyan, düşünen ve konuşan varlıklar şeklinde hayal ederek insanlara ders vermek dünya edebiyatının çok eski çağlardan beri kullandığı bir yöntemdir. Fabl denilen bu türün Beydeba, Ezop, Andersen, La Fontaine gibi tanınmış yazarları vardır.

Gerek dil ve üslûp bakımından gerekse hikâye tekniği ve kompozisyon güzelliği bakımından Harnâme’nin bu tür içinde seçkin bir yeri vardır.

Zayıf ve bitkin bir eşek, semiz ve bakımlı öküzlere özenir, onlar gibi boynuzlarının olmasını arzu eder, bir çitçinin ekin tarlasına girer ve tarlayı helâk eder. Bunun üzerine, çitçi tarafından dövülür, kulağı ve kuyruğu kesilir.

Bu eserde, elindekiyle yetinmeyen, başkalarına özenen, bu uğurda yanlış yollara başvuran insanların elindekini de kaybedebileceği fikri vurgulanmaktadır. 

Şeyhî, Harnâme’nin sonunda, “Benem ol gam yükündeki hâr-ı leng” diyerek bu hikâyedeki eşeğe benzer bir akılsızlığı kendisinin yaptığını söyler.

Şeyhî’nin Harnâme’yi yazmasına sebep olan olaylar, tarihî kaynaklarda iki şekilde anlatılmaktadır:

Birincisi: Çelebi Mehmet 1415 yılında Karaman seferine giderken Ankara’da gözlerinden hastalanır. Etrafındaki doktorlar derdine çâre bulamazlar. Bunun üzerine şöhreti Kütahya sınırlarını aşan Şeyhî, Kütahya’dan Ankara’ya davet edilir. Hükümdarı muayene eden Şeyhî, ondaki hastalığın aşırı üzüntüden meydana geldiğini, gözlerinin ağrımasının psikolojik olduğunu söyler.  Tam o sırada uzun zamandır alınamayan bir kalenin alındığı haberi gelir. Buna çok sevinen hükümdarın ağrıları hafifler ve birkaç gün sonra da sağlığına tamamen kavuşur. Şeyhî’nin bilgisine ve kişiliğine hayran olan Çelebi Mehmet, ona iltifat eder ve Kütahya’nın Tokuzlu köyünü tımar olarak verir. Ancak, Şeyhî kendisine verilen bu köye giderken köyün eski sahipleri tarafından dövülür, köye sokulmaz, hattâ üzerinde bulunan paraları ve eşyaları da alınır. Böylece, daha zengin olma hayali kuran şair, elindekileri de kaybetmiş olur.

İkincisi: II.Murad, Şeyhî’yi çok beğenir, vezir yapmak ister.  Onu çekemeyenler, “Nizâmî’nin hamsesi gibi bir eser yazsın ondan sonra vezir yaparsınız“ derler. Bunun üzerine Şeyhî, Hüsrev ü Şirin’i yazıp hükümdara sunar. Hükümdar, eseri çok beğenir ve Şeyhî’ye bol ihsanlarda bulunur. Ancak, Şeyhî, Kütahya’ya dönerken yolda saldırıya uğrar, varını yoğunu çaldırır.  Bunun üzerine Harnâme’yi yazarak hükümdara arz eder.

Yüzyıllar boyunca ilim, sanat ve kültür merkezi olarak birçok büyük şahsiyet yetiştiren Kütahya, geç kalmış olmakla birlikte, topraklarında doğmuş, yaşamış ve bugün topraklarında yatan bu büyük şair adına kapsamlı tanıtım programları yapacak ve sahip olduğu değerleri gelecek kuşaklara aktaracaktır.

PAYLAŞ